29 Aralık 2009 Salı

Kozmetik Dükkanlarındaki Güzel Kız Oranı

Yılbaşı dolayısı ile bayan bir arkadaşa parfüm almak için Köyiçine bir kozmetikçiye girdim. Kapıda, muhtemelen orda çalışan tek erkek eleman* olan kısa boylu bir eleman, ifadeli bir biçimde "Buyrun" deyince, daha baştan psikolojik bir savaşa girmek zorunda kaldık arkadaşla. Üste çıkmak -ayrıca temize çıkmak(ne gerek varsa)- için, daha önceden ezberlediğim parfümün markasını ve ismini söyledim. Adidas Fruit Rhythm var mı? dedim. Apışıp kaldı tabii pezevenk. Neyse, önemli olan onun değil, ortamdaki diğer kızların tepkisiydi. Kozmetikçi olduğu için ve Beşiktaş gibi bir semt olduğu için, doğal olarak içerisi kalabalık ve güzel kız doluydu. Kızların bakışları ve kesmeleriyle başbaşa kaldık. O an farkettim ki, kozmetikçide, o güzel kokuların arasında çok daha güzel, çok daha çekici, çok daha cool ve seksi oluyorlarmış. Bir de bayan arkadaşa aldığım parfümü sevgilime aldığımı sandıkları için allah bilir başlamışlardır kim bununla çıkar! diye. Neyse, konuyu şuraya bağlayacağım; bakımlı kadın güzeldir. Kokusu çok önemlidir. Makyajı çok ağır olmamak kaydıyla, varsa iyidir. Kozmetik dükkanlarında daha fazla güzel kız, daha fazla bakımlı olmalı, ürünlerin doğaya zararlı etkisini ise hiç düşünmemeliler. Bunca göze hitap eden ve etrafta dolaşan kıza her şey feda. Gek gör ki, afraları, tafraları, nazları falan çekilmez yapıyor bizim kızları. Diğer yazımda buna değineyim bari. Evet.

*Dükkanda kasada duran yaşlı bir amca vardı, onu saymıyorum. Kendime tehdit olarak görmüyorum yani.

18 Aralık 2009 Cuma

Propaganda

Propaganda filmi konusu itibariyle basit bir sınırın öte tarafında kalma hikayesini anlatıyor gibi gözükse de, karakterlerin birbirleriyle olan ilişkisinin duygusallığı ve dramatikliği filmi baştan sona bir trajediye dönüştürüyor. Filmin anlattığı şey sadece ayrılık değil, aynı zamanda devletin kontrolü ve Ankara'dan kilometrelerce uzak bir yerde kuralların nasıl işlediğine dair komedi serpintili bir dram. Bir gümrük muhafaza memurunun çocukluk* arkadaşı olan Rahim'e hesap verememesi, daha sonra oğlu Adem'i vurması, filmde devletin, memuru üzerinde ne denli görünmez bir gücü olduğunun kanıtıdır. Filmin kötü adamı olarak gösterilen Mahmut(Ali Sunal) ise devletin yöredeki kulağı, ağzı ve fiziki yansıması olmuştur.

Duygusallıkların önünde bir engel, tavizlerin önünde bir kuralcı olarak belirivermiştir. Gümrük muhafızı Mehdi, ne zaman eski hatıraların etkisinde kalıp duygusal kararlar vermek üzere olsa, Mahmut, yani devlet ona kuralları hatırlatır ve kararından vazgeçirir. Bundan hem büyük bir haz duyar, hem de içten içe devlet memuru olma avantajını kullanmak ister. Adem ve filizi bastığı sahne en meşhur olanıdır.









Sonuç olarak, sadece fiziki değil sınır değil, içimizdeki sınırları da, ve bu sınırları kimin veya neyin yarattığını da gösteren harika bir filmdir Propaganda. İzleyin, izlettirin.




*Filmin başında askerlik arkadaşı olarak bahsettiği Rahim'e daha sonra çocukluk arkadaşım der.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Eşitsizliğin Meşrulaşması-2





Bu yazının ilk versiyonunu da okusanız güzel olur.

Evet. ikinci kısıma, birinci kısımdaki bir eksikliği gidererek başlamak istiyorum. Eşitsizliğin başlamasını, kadının fiziksel yetersizliği olarak tanımlamıştım, yanılmışım. Asıl neden erkeğin, kendi gücünü farketmesiyle olmuş. Ama fiziksel güç değil.

Anaerkil toplumların oluşmasındaki en büyük rol, kadının doğurganlığıdır. Bu doğurganlık erkeklerin gözünden kaçmamış olacak ki, bunun çok büyük bir meziyet olduğunu anlamış ve kadınlara saygı duyup onları kabilenin başına geçirmiş, sonra da ana tanrıça demişlerdir kendilerine. Hatta onlar için doğurganlığın simgesi olan heykelcikler bile yapmışlar. Tabi bu dönemde kadınların birden fazla erkekle evlenebildiği zamanlar da olmadı değil, atlamamak lazım. Fakat bu durum sadece erkek nüfusunun aşırı arttığı dönemlerde gerçekleşmiş.

Erkeğin gücünü farkettiği zaman ise kadının doğurganlığında kendi payının olduğunu farketmesiyle başlamış. 9 ay gibi uzun bir sürede, oluşan yeni canlının kendi çocuğu olduğunu farkedemeyen erkekler, muhtemelen daha kısa bir hamilelik dönemi geçiren hayvanları takip etmiş ve erkeğin, dişinin doğurganlığında çok büyük bir etkisi olduğunu anlamışlar. Düz bir mantık kurduğunuzda zaten aynı şeyin insanlara uyarlanması bütün taşların yerine oturmasını sağlamış. E gücün kendinde olduğunu öğrenen erkek bunun üstüne fiziksel gücünü de ekleyince, eşitsizlik denen şey yine ortaya çıkıp kadının egemenliğini tarumar etmiş. Sonuç olarak hala ataerkil bir toplumda yaşıyoruz.

Başlamış olması değil ama meşrulaşmış olması ise kadının fiziksel yetersizliği tabi.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Pikap Kullanan Kızın Çekiciliği


Bazı kızlar vardır; naiftir, narindir, hanım hanımcık gezer, çantasını omzuna değil koluna takar. Kürklü şeyler ve "ugg" giyer. Bir de diğer kızlar vardır; onlar taş gibidir, at gibidir, hayatın sillesini yemiş gibidir. İşte bu ikinci grup kızlardan en çekicisi pikap kullanan kızdır. Gözlemledim, izledim, hatta kestim. Öğrendim ki, en çekicisi onlar...

Araba kullanan kızın çekiciliği zaten başlı başına bir araştırma konusu iken, bir de pikap gibi ağır ve vites değiştirmesi zor bir araç kullanan kız beni benden almış, ömrümden ömür almıştır. Bunu Twilight filmindeki Bella kaşarı yüzünden öğrendim. Gay değilim ama, Bella'nın erkeksiliği hoşuma gitti. En azından her gün gördüğüm o kaşar tiki kızların etkisinden kurtulmamı sağladı. Peki niye böyle? Cevabı basit; sıkıldık. Erkeklerin arayışı olan o yumuşak ve pamuk gibi beden artık değişmeye ve farklı yerlere yönelmeye başladı.

Geçen Bakırköy Veliefendi Hipodromunun orda minibüs bekliyordum, yoldan bir kız geçti, pikabıyla. Ama geçmekle kalmadı, içerden bana baktı. İşte o an zaman durdu, film efekti gibiydi şerefsizim. Tak diye de vites değiştirmesin mi! Dizlerimin bağı çözüldü, sonra da bir an peşinden koşmayı düşündüm. İşte böyle etkiledi beni pikap kullanan kız. Artık bir kız arkadaşım olursa, ehliyeti olacak. Bir de bilek güreşi yapcam kendisiyle, gücünü ölçmek için.

Yaktın beni pikap kullanan kız.


17 Kasım 2009 Salı

Sıra Örtüleri




Şimdi bu resim olmadı sanki. Ama bakın ne güzel masa örtüleri var orada (ya da sıra örtüleri her neyse. Masa örtüsü denince yemek masası geliyor akla bazen). Her sırada bir adet masa örtüsü olur, sıradaki öğrenciler sırayla her cuma günü sıra örtülerini yıkamak için evlerine götürür ve muhtemelen pazartesi günü unuturlardı. Pazartesi günü bazı masalar kel kalır, anca salıya toparlanabilirdi. Bir de lastikleri vardı bu masa örtülerinin. Kaymayı önlemek ve masayla bir bütün olmalarını sağlamak için. İllaki kopardı tabi bunlar. Dikilirdi falan, şekli kayardı kısalta kısalta. Sıraya bol gelirdi bazıları, bazıları ise dar. Aslında temizlik açısından çok önemliydi bunlar. Sonuçta her hafta yıkanıyordu. Bir önceki teneffüs konulu yazımda da belirttiğim gibi bu da bir statü farkı yaratıyordu öğrenciler arasında. Çalışkan öğrencilerin sıra örtüleri temiz, lastiği güzel, üzerinde yazı olmayan, yırtık olmayan sıra örtüleriydi. Haylazların ise tam tersi... Sonuç olarak, sıra örtüleri (ya da masa...) ilkokulda unutamayacağımız bir diğer şeydi. Öf, duygulandım... :(

Teneffüste Bahçeye Çıkan İlk Öğrenci


Okulda yaşadığımız anılar, olaylar ve statü farkı yaratan detaylar, hayatımızda dönüm noktası yaratabilir bence... Özellikle ilkokulda. Egoyu kontrol altında tutabildiğimiz bu zamanımızda belki daha az başvuruyoruz böyle saçma şeylere ama ilkokulda bahçeye çıkan ilk öğrenci olmak bence herkes için bi dönüm noktasıydı. Bak. Git araştır büyük şirketlerin CEO'larını, genel müdürlerini. Ya da git girişimci insanlara, reklamcılara falan sor, hepsi hayatında bu dönüm noktasından dönmüşlerdir. Peki nasıl oluyor bu olay? Çıktık da ne oldu? Cevap basit. En hızlı, en güçlü, en akıllı, en cin siz oldunuz. Eğer kantininiz okul dışındaki bahçede bir yerdeyse sıraya ilk giren kişi oldunuz. En önemlisi de, sizden sonra bahçeye çıkan "ezikler"i bakışlarınızla psikolojik baskı altına aldınız. Kızların dikkatini çektiğinizi sandınız. O bir kaç saniye bulutların üzerinde uçma hevesi için belki de kafanızı gözünüzü yarma riskine girdiniz. Ama değmedi mi lan? Ha, itiraf et değmedi mi? Bahçe bomboş, ilk siz çıkmışsınız, bağırarak ortamdaki sesin yansıma değerini falan test ediyorsunuz. Ne güzel lan. Keşke egolarımızı tatmin etmek bu kadar basit şeylere bağlı olsaydı... Eğer hayatınızda teneffüse çıkan ilk öğrenci olmuşsanız, geleceğiniz hakkında endişe etmeyin. Siz lider özelliklere sahipsiniz.

15 Kasım 2009 Pazar

Domuz Gribi Yoktur!




Kesin ve kat'i yargılarda bulunmak, sonrasında tamir edilemez rezillikler bırakıyor biliyorum, ama bu ve benzeri konularda insanların yaşadığı olaylara bakıyorum da; şarbon, kene, kuş gribi falan filan... Bunlar artık yemiyor arkadaş. Domuz gribi imiş. Bu konuda kesin konuşurum artık. Yok!

Şarbon
Bu hastalığın laboratuvar çalışmaları sonucu ortaya çıktığı biliniyor. Bu hastalıktan en çok da zavallı uzak doğulular çekti. Nüfus çok olunca, yayılma riskinin de çok olduğunu anladılar ve büyük bir çalışmayla temizlediler. Şarbon var... ama yaratılmış bir şey.

Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalığı ve Kuş Gribi
Kırım-Kongo kenelerle geçiyor işte. Çok fazla kişi ölmedi bu hastalıktan. Tarımcılık yapan bölgelerimizin çoğunluk olduğu yörelerde kene gayet normal bir hayvan olduğu için hastalık da bi acayip karşılandı zaten. Kuş gribi ise binlere tavuğun katledilmesine neden oldu. İkisinin alakası ise, keneyle beslenen tavuğun neden olduğu hastalığın keneden neden önce ortaya çıkması. Biliyorum çok yüzeysel ve cahilce tespitler gibi geliyor ama arada bir bağ kurmak için bilim insanı olmaya gerek yok sanki...

Domuz Gribi
Şimdi tabi domuz gribi denen olay bütün dünyada aynı anda çıkmış, karargah olarak da ülkelerin birbirlerine olan kapısı konumundaki hava alanlarını seçmiştir. Bir ülkeden diğer ülkeye geçen bir gribin en mantıklı sebebi de ancak böyle bir mantık çerçevesine oturtulabilirdi. Bu işten nemalanacak olan ilaç şirketi sahiplerinin ise kimler olduğunu henüz bilmiyoruz. Ama ortada çok çok büyük bir para olduğu kesin. Ha bir de halkları korku politikalarıyla yönetmek diye bir şey var tabi. Mesela sen korkmuyor musun bu virüsü kaparım diye. Korkuyorsun tabi. Bu kadar insan öldü denildi. Kötü film senaryosu gibi gelebilir ama, birkaç insan öldürmek, milyar dolarlara ve daha iyi bir korku politikasına değer onlara göre... Belki de ölmemişlerdir. Basın uyduruyordur. Satılık kalem mi yok anasını satayım... Kısacası, geçer. Unutulur gider. Sonra başkası gelir. Aldanmayın. Krizi fırsata çevirin. Biz çok tavuk eti yedik ucuza kuş gribi zamanında. Ne biliyim şimdi de domuz yiyin.

23 Haziran 2009 Salı

14 Nisan 2009 Salı

Rönesans'tan Romantizm'e Kısa Sanat Tarihi

Papazların sapık ve hasta ruhlu düşüncelerinden sıkılan halk, İtalya’da bir pizzacıda gaza gelip toplu yürüyüşe geçmişler ve kaymakamlık binasına kadar yürümüşler, sonrasında da halk, Papa’ya "ya Rönesans ya ölüm" diyerek görkem ve sadelik anlayışı barındıran yeni bir akımı ileri sürmüştür. Bir süre daha gayet mesut, mutlu yaşayan halk, bu sadelik ve görkemden sıkılmıştır ve Avrupa’da yeni yeni vizyona giren James Bond filmlerine özenerek, esrarengiz ve flu bir sanat anlayışı olan Maniyerizm'n tadına bakmıştır. Fakat istekleri bir çığ gibi olan halk, bu sanat akımından da sıkılmış olacak ki, Paristeki süs köpekleri hayvanat bahçesinden yola çıkarak daha süslü ve abartılı sanat dallarına yönlendi, adını da zamanında Kuşum Aydın’ın da sahne aldığı Ok Bardan esinlenerek bu akıma da Barok akımı demişlerdi. Baktılar bu akım süper, kızlar bu akıma hasta olmakta, bunu fark eden Avrupa’nın bıçkın delikanlıları "olm bu işte acayip ekmek var gel biz bu işi abartalım adını da Rokoko koyalım" diyerek mazbut bir aile babası olan Goyayı da peşlerine takarak bu akıma girmişlerdir. Bir süre sonra, bu gençlerin çok zengin olan babaları "iliğimi kemiğimi sömürdünüz be ananızı tanımasam orospu çocuğu diyeceğim" diye ağır konuşunca, babalarına tepki olarak duygu içeriği fazla olan romantisizm akımına yöneldiler ve bir dönem de olsa sıkıntıdan patladılar. O dönem herkes bedelli askerliğe gittiğinden, ortada adam da kalmamıştır.

Enis Demirci

11 Nisan 2009 Cumartesi

Tepeden Bakmak


Bugün bir haber sitesinde, Beşiktaş - Kocaelispor maçı hakkında yazarların yazdıkları yazıları okudum. Erman Toroğlu diyor ki; "Hakem ve yardımcıları dün bütün pozisyonlarda Beşiktaş lehine hareket ettiler." Penaltının penaltı olmadığını falan iddia ediyorlar. En güzel cevabı, yine Beşiktaş aleyhine yazı yazmış olan Şansal Büyüka veriyor zaten. Diyor ki; "Bu penaltı sabaha kadar konuşulur... Herkes kendi çıkarına göre bir şey söyler..." Be kardeşim; hala Galatasaray'a 5 gol atıp Fenerbahçe'den puan kopartan* bir takım diye bahsediyorsunuz da, bu kafayla düşünürken hiç mi Beşiktaş'ın geçmiş maçlarını göz önünde bulundurmuyorsunuz? Bir takımın önceki maçlarına bakarak bugünün maçı hakkında nasıl fikir yürütebiliyorsunuz? Oyuncular, saha, atmosfer vb. şeyler hep değişken değil mi? En çok da sizin yazıalrınıza itibar edenlere acıyorum.

Tepeden Bakınca

Fakat zamanında Beşiktaş biçilirken sesinizi çıkarmamanız ve aleyhine yazılar yazmanız o kadar acizleşmiş ki, tepeden bakınca nasıl ezik, nasıl çocuksu ve ağlayıp zırlayan bir haliniz olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Bu demek değildir ki, maçta verilen yanlış kararlar tarafımızdan örtbas edilmeye çalışılıyor. O penaltı pozisyonunu tartışanın aklından şüphe ederim. Kendi programlarında kollarını açmış pehlivan gibi geliyor diyen yorumcular, şimdi 180 derece dönmüş. Ama umrumuzda değilsiniz aslında, olmamalısınız, fakat yaptığınız yorumlar -pardon bok atmalar- iz bırakıyor. Bizi eleştirmek haddiniz değil, çünkü taraflısınız. Birbirinizi yemekten başka işiniz yok. Çok acizsiniz çok...

*dikkatinizi çekerim; kocaelispor puanı koparıyor fenerbahçeden, bu kadar büyük bir takım!

22 Şubat 2009 Pazar

Çatalhöyük


Çatalhöyük

Çatalhöyük, dünyanın bilinen en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Tarihi yaklaşık 9000 yıl öncesine dayanır. 1958 yılında Dejames Mellaart tarafından ortaya çıkarılmıştır. 1961 yılında ise ilk kez kazı yapılmaya başlanmıştır. Mellaart tepeyi bulduğu günü şöyle anlatıyor: “Tarih 11 Kasım’dı. Gri bir öğle sonrası arkadaşlarla dolaşıyorduk, Land Rover’ımızla, derken tepeyi gördük. Neolitik dönemden çanak çömleklerle karşılaştık. İnanılmazdı.” (Karahan, 2006)

Üretim ve Tüketim

Çatalhöyük’te üretim, hayvanları evcilleştirme ile olmuştur. Koyun ve keçi gibi hayvanları evcilleştirmiş ve onları yaptıkları ağıllarda beslemişlerdir. Sığırı ise evcilleştirmemişlerdir. Bunun nedeni, yapı olarak daha küçük olan koyun ve keçiyi yeterli görmelerinden ve evlerindeki boğa başları gibi nesnelerin kutsal olmasından kaynaklanıyor olabilir. Ürettikleri diğer nesneler ise bazı hayvanları avlama veya bitkileri kontrol altına alma amaçlıdır. Bu nesneler; Biley taşı, un öğütme taşı, obsidyen kesiciler, kamalar, ekin ot kesiciler, çapa, iğne, bız, çanak, çömlek vb.

Bazı araştırmacılar Çatalhöyük’te yaşayan insanları incelemiş ve yedikleri hakkında bilgi edinmeye çalışmışlardır. Kemik ve dişleri incelenen kadın ve erkeklerde herhangi bir farklılık bulunmaması kadın-erkek ilişkilerindeki adaletin de bir göstergesi olarak sayılmıştır.

Kemiklerinde bulunan benzer aşınma hem kadının hem de erkeğin çok farklı işler yapmadığını göstermiştir. Aynı şeyi kanıtlayan başka bir durum, erkeklerin ve kadınların kemikleri üzerindeki kurum miktarının birbirine yakın olmasıdır. Bu durum evin içinde ısınma amaçlı yakılan ateşin, dışarı çıkamaması ve solunmak zorunda kalınmasıyla ilgilidir. Erkeklerin dışarıda daha fazla vakit geçirmesi bu durumu değiştirebilirdi, fakat böyle bir şey söz konusu olmamıştır.

Çevrelerinde kendilerinden başka yerleşik olarak yaşayan kabile veya klan olmadığı için savaşmaya gerek duymayan Çatalhöyüklüler, yaptığı mızrak gibi araçları hayvanlara karşı kullanmışlardır. Ürettikleri nesneler, silahlar ve baltalar değil, süs eşyalarıdır.

Üretim konusunda kadın-erkek eşitliği vardı. Hodder bunu şöyle destekliyor:

“Buradaki gibi bir ev-içi üretim varsa, kadının da erkeğin de rollerinin önemli olduğun hayal etmek olanaklıdır. Çünkü toplumsal statü toplumsal üretime dayalıdır. Örneğin, statü yiyeceğe bağlıysa, yiyeceği hazırlayan benim için çok önemlidir. Yiyecek kadınlar tarafından hazırlandığından, toplamsal statü bakımından merkezdedir. Aynı zamanda çocuklar önemlidir, o zaman çocukların üremi çok önemlidir. Öyleyse, erkeklerin kendi güç alanlarını kurmaya başladıkları yer ev-içi üretim yordamının dışındadır. Politikayı ve ideolojiyi denetlerler. Emeğin uzmanlaşması çoğu kez erkek baskınlığına yol açıyor. Bu değişme oldu. Ama derleyici avcılık ile ev-içi üretim arasında bir denge var ki, bu uğrakta cinsiyet körü olmak olanaklıdır.”(1995)





Kültür

Çatalhöyük’te yaşayan insanlar, yaptıkları odaların duvarına beyaz bir sıva çekmiş ve üstüne sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapmışlardır. Duvarlara çizilen başsız insan ve akbaba figürleri ölüler ile ilgili adetleri hakkında bilgi verir. Buna göre, ölen insanların eti yenmesi için dışarıda bırakılıyor, kalan kemikler ise hasırdan yapılan bir örtüye sarılıp evin içindeki şekillerin altına gömülüyordu. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, kesici aletlerden taştan baltalar, deniz kabuğundan yapılmış boncuklar konmuştur. Bu dönemdeki inançlar hakkındaki bilgiyi, bize ana tanrıça heykelcikleri verir. 10-15 cm boyutlarında olan heykelcikler, genellikle doğum yapar vaziyette tasvir edilmişlerdir. Bu, bolluğun ve bereketin simgesi olmalarından dolayıdır. (kultur.gov.tr)

Çatalhöyük’te kadının rolü çok önemlidir. Anaerkil olan bu toplumda, insanlar bu tanrıçaya tapmışlar ve onu sembolleştirmişlerdir. Bu durum, tarih boyunca ataerkil aile yapısının üstünlüğüne inanan düşünürleri ciddi bir şekilde etkilemiştir.

Çatalhöyük'teki yaşamla ilgili merak edilen konuların başında erken tarım toplumlarında kadının rolü geliyor. Geleneksel Avrupa düşüncesine göre, bu toplumların pek çoğu anaerkildi (kadınlar lider konumdaydı; soyu anne yürütüyordu; miras anneden kızlarına geçiyordu) ve bir ana tanrıçaya tapıyorlardı. Ana tanrıçanın bir güç sembolü olması fikri, 20.Yüzyıl'ın son yıllarında ortaya çıkan ''New Age'' tanrıça hareketinin temel öğretisi haline geldi. Ve bu bağlamda Çatalhöyük'e çok sayıda ''Tanrıça Turları'' düzenlendi. Burada tanrıçanın büyüsüne kapılan ziyaretçiler, kadının gücünün devamı için dualar edip, dans partileri düzenliyorlardı.(Oksay, 2004)



Konya Ovası'ndaki volkanik Hasan Dağı'nın patlamasını anlatan ve MÖ 6200 yılına ait olduğu sanılan duvar resmi, Guinness Rekorlar Kitabı’na, "Tarihteki ilk manzara resmi" olarak geçmiştir. Ayrıca, dünyadaki en eski harita da bu evlerde bulunmuştur.

Kaynakça

Karahan, Julide. 2006. Çatalhöyüklüler, evi barkı toplayıp geldi. Zaman, 24 Mayıs

Hodder, I. 1995. Çatal Höyük 95. Arkeoatlas. Kasım, No 336.

http://www.kultur.gov.tr/. Ulaşım zamanı 2009-02-22

Oksay, Reyhan. 2004. “Çatalhöyük'te Kadın Olmak” Cumhuriyet, 24 Ocak

17 Şubat 2009 Salı

Turkish Media's Directive Roles in Coups or Panic Moods

Turkish media has been very effective about drawing up the agenda and affecting people. It does not only conduct and canalize people, but also do them on government and army. The opinion leaders, intellectuals, and other educated people can make a new view point. There is no doubt, visual media is more effective than print media, however the aspect that Turkey Republic lived, were able only to be given them by radio. On the other hand, the news also can be against the coup which is about to come.

Partisanship or neutrality of media is another discussion topic. Different variations of media powers show us that media can be near or against government and/or army. Media enforces different types of politic according to the actions’ processes, dramatizes or pushes down.

Recently, media’s attitudes have changed because of the technological developments. The actions which have repercussions branch by television and internet quicker and in more different ways. Especially internet introduces us to answer the news and appreciate it.

Üniversite Hayatımdaki ilk tezim olan bu ödev. Türk medyasının darbeler ve halkı etkileyen diğer önemli olaylardaki rolünü anlatmaya çalışmaktadır.

Bu giriş kısmıydı, tamamı için
http://rapidshare.com/files/199284832/Media_s_Directive_Roles_in_Coups_or_Panic_Moods.doc.html

10 Şubat 2009 Salı

Ergenekon Operasyonu

Öyle bir operasyon ki her an bir şeyler oluyor. Dalgalar, dalgalar üstüne geliyor. Öyle ki artık takip etmiyorum, edemiyorum. Yakalananlar, gözaltına alınanlar, tahliye, car curt, ulan ne oluyor. Biri çıkıp sade bir dille anlatsın. Herşeye önce bir şüpheyle bakıyorum ve sonunda meyvesini verecek galiba. Çünkü bu operasyonda adı geçen isimlerin bırakılması, belki de takip edememem acaba bir ortam mı yaratılmaya çalışılıyor paranoyasını yaratmama neden oluyor. Birşeylerin öncüsü mü dedirtiyor. Her programda çıkan insanları dinlemeye ve bazı gazetecilerin yaptığı haberleri dinlemeye fırsatı olamayanlar için "Özet" çıkarsınlar evet evet en iyisi bu.

5 Şubat 2009 Perşembe

Ender Gelişen Osasuna Atakları







Bazılarınızın kulağına tanıdık gelebilir. Özellikle NtvSpor gibi kanallar maç özetleri sırasında "evet ender gelişen osasuna ataklarından biri" der. Ben bunu gittim okudum araştırdım. Lan harbiden bu adamlar vasat ve hemen her maçında ilginçtir böyle atakları var.


Bu takım özellikle ispanyanın devlerine karşı kaleciden forvete pası gelenek haline getirmiş. Bu ataklar ne zaman olsa büyük ihtimal tehlikeli ataklarla sonuçlanır. Forvetlerin durumu nice olur dedim kendi kendime. Adamın ayağına top bile değmiyor. Siz siz olun osasunada top koşturmuş! forvet almayın, ama kaleci alabilirsiniz. Futbolun içine ettiler...


yine enderleşti osasuna atakları

yine enderleşti osasuna atakları

zaten hep enderdi osasuna atakları

zaten hep enderdi osasuna atakları .

Dalga mı Geçiyorsunuz?


Ulan yuh be...

aylardır haber sitelerinde reklamınızı yaptınız büyük indirim geliyor diye. İnternet fiyatlarını indireceğiz falan dediniz ama o da ne? bu kampanya sadece 2 aylıkmış ayrıca bu kampanyaya katılınca yine 24 ay mecburi kullanacaksınız.


Nedeni Belli Oldu


Herşeyin nedeni açık. Kampanya adı altında hem reklamınızı yapmak hem müşterilerinizi çoğaltmak hem de yüz binlerce müşterinizi yine sağlam kazığa bağlamak istiyorsunuz*. Adam gibi bir kampanya yapsanız şaşıracaktım zaten.


* Hem insanları eşek yerine koyuyorlar hem de kazık yiyoruz anlamında... Lan ne kelime oyunu yaptım be.

1 Şubat 2009 Pazar

Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olmak - 2



Şimdi burda değineceğimiz konu rte'nin yaptığı tavır ve etkileri.

İzleyenler doğal olarak çok büyük bir şoka uğradılar. Anadolu topraklarında yaşamış her insan ilk anda kendini hemen toparladı ve iç ses ona yürü be dedi. Kolay gaza gelmemizin bir sonucu bu. Sonra metronun ücretsiz olması havaalanında karşılamalar zaten olayın sıcaklığından dolayı gayet normaldi. Gelgelelim sonra sakin kafayla düşündük ve ulan israil bu boru değil oyun olma ihtimalleri üzerine gidelim bir de dedik bazılarımız.

Yaklaşan Seçim Propagandası mı?

Bu hareketin nedeninin seçimlerle alakalı olduğu birçok kişi tarafından tvlerde, tartışma programlarında falan dile getirildi. Evet propaganda diyenler, rte nin yaptığı oyunun çok sakıncalı ve riskli olduğunu söylediler. Propaganda değil diyenler ise, rte nin böyle bir riski göze alamayacağını ve olsa bile eehh sokarım huleyn inceldiği yerden kopsun amuhagoyim dediler genelde. ki onlar gazzeye yardım amaçlı ya da israile karşı durma amaçlı çoktan askere gidelim diyordu. Neyse sakin kafayla düşünmek her zaman daha sağlıklı olmuştur.

Yükselen Milliyetçilik Dışavurumu mu?

Diğer ihtimal rte nin türk-islam sentezini gösterdiği yılların birikimini yanına alarak yeter ulan kardeşlerimizi öldürdüğünüz demesidir. Bu ihtimal muhafazakar kesimde daha çok kabul görülüp, görünmek istenendir. Neyse bunun da faturası kabarık olabilir.

Ulan peki ne yapacaz.
Bu adamların yaptığı katliama sessiz mi kalalım?
Öldürdüğü çocuklar için sadece yas tutup, organizasyonlar düzenleyip, yardım mı toplayalım?
Hayır, ama bu işlerin karşısında olmanın gücünün büyüklüğü, mahalle kahvesi kavgasından çok daha büyük güçlere sahip şeylerle gösterilebilir.
Bu işin tarihi ve nasıl bugünlere geldiği ayrı bir tartışma konusudur.
Keşke böyle olmasaydı diyoruz ama geleceğimiz için yatırım yapmıyoruz.
Bu tartışmanın sonucunda bize kalan yabancı dil bilmeyen bir devlet başkanına sahip olduğumuzu anlamamız. İsrail gibi nefret edilen bir ülkeyle aslında çok sıkı bağlarımızın olması, ve Kasımpaşalı bir başbakanımızın olduğudur.
Makara için çok malzeme kaldı makaracılara.
(bkz. van minıt)
(bkz. daha davos'a gelmem)
(bkz. siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz)
(bkz. http://sozluk.sourtimes.com/)

Sonuçlarını zaman gösterecek...

28 Ocak 2009 Çarşamba

Eşitsizliğin Meşrulaşması - 1

Şimdi efenim bilindiği gibi ne demiş rousseau amcamız. İlk eşitsizlik mülkiyetle başladı. Adamın biri, muhtemelen Tanrı'nın yarattığı doğanın bir kısmı için, burası benim dedi ve kimse
"hassiktir nasıl lan" demediği için adamın o toprakta yetiştirdiği malları yemesini ve satmasını izlemekle yetindiler. Sonra bu eşitsizlik büyüdü gelişti, kiminin işine geldi , güç dengeleri değişti ve ve ve evet geliyor...

Kadın-Erkek Eşitsizliği

Bunun temelini özel olarak araştıramadım tabi kusura bakmayın ama tahminimce kadının fiziksel gücünün yetersizliği, en azından erkeğe böyle gelmesi sonucunda ortaya çıktı. Günümüze hızlıca bi atlarsak görüyoruz ki töre cinayetleri ve bilimum iffet ve namus orijinli cinayetler yine buradan türemiş gibi görünüyor.

Adam üşenmemiş, yok yok kadın, kitap yazmış erkeklerin yaptığı şeyilerin nasıl meşru olduğuyla ilgili.

Leora Tanenbaum... 'sürtük' diye bir kitap yazmış artık kalanı ordan alıntı buyrun;

Sevgili üstüne sevgili değiştiren erkek "çapkın"dır...Aynı şeyi yapan bir kız ise "sürtük"dür...

Bir erkek sevgilisini aldatırsa "Don Juan"dır... Kadın bunu yaparsa "fahişe"dir...

Bir erkek atak ve girişkense "Casanova"dır... Bu bir kadın ise "şıllık"tır...

Kitabın başında bir liste var... Listede cinsel açıdan ismi kötüye çıkan kadın ve erkeklere takılan sıfatlar sıralanmış...

Çifte standartı gösteren bir örnek... Erkekler için kullanılan olumsuz sıfat sadece 2 tane;

*Aygır*Jigolo

İş kadınlara gelince bakın listede neler var;

*Sürtük*Orospu*Şıllık*Kaltak*Fahişe*Hafif meşrep*Kucak kadını*Erkek delisi*Sokak kadını*Yırtık*Haspa*Kancık*Zilli*Kaldırım yosması*Yelloz*Kahpe*Motor*Fındıkkıran.

Ya işte ne kadar yabancı gelse bile bu kelimelerin sahibi Amerikalılar*. ama kullanılmıyomu kardeşim böyle işte herneyse var mı eşitsizlik var. Adam olun lan eşitsizlik yapmayın :D

Kaynak: Hacer Alkan. 25 Ocak 2009. http://www.internethaber.com/
*Amerika Birleşik Devleti Vatandaşları

11 Ocak 2009 Pazar

Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olmak



Eveeett..

Bugün yazacağım konu başlıktan da anlaşılabileceği gibi "yargısız infaz".

Günümüzde sadece geri kafalı veya örümcek kafalı diye tabir ettiğimiz yobazlarda bulunan bu akım, içinde birçok önyargı, önkabul ve değiştirilemez bilgi içerir. Günümüzde en çok görüleni ise Ermeniler için sokaklara dökülen binlerin şehitler için hiçbir şey yapmaması sorunudur. Yani onlar böyle düşünür. Belki de böyle görmek ister... Bu tür grupların bir fikir babaları vardır. Yaşlarının çok büyük olması gerekmez. Bunlardan duyduğu herşeyi sorgusuz bir şekilde kabul eder ve bunları direk olarak beyinlerine monte ederler. Misal, bu adamlar bunlara kürtler için ileri geri söz söylerse, bu adamlar için o güne kadar can ciğer oldukları kürt arkadaşları hakkında tam tersi düşüncelere sahip olurlar. Bundandır ki, memleketi sorulan birisine alınan Diyarbakır cevabı kafada binbir türlü şeyin parlamasına neden olur. Otomatikmen bu kişinin Güneydoğulu, kürt olduğu, PKK ile bir bağlantısının olduğu, Türk düşmanı olduğu, dağdan indiği, mağarada doğduğu, konuşmasını bilmediği gibi sonuçlar ortaya çıkar. Bu kişinin senin düşündüğün gibi olmadığı, senden kat kat daha fazla insan olduğuna çok daha sonraları iş işten geçtikten sonra anlarsın, çünkü hayatına girebilecek müthiş bir insanı kaybetmişsindir. Tabii istisnalar kaideyi bozmayabiliyor. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayalım lütfen...